Emir Sultan Türbesi ve Camisi

    Emir Sultan Camii ve Külliyesi; 15.yüzyılda, Sultan Mehmed Çelebi’nin hükümdarlığı sırasında, Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Fatma Hatun tarafından kocası Emir Sultan adına yaptırılmıştır. Günümüzde Türkiye’de en çok ziyaret edilen cami ve türbeler arasında Eyüp Sultan Türbesi’nden sonra ikinci sırada gelmektedir. Bir padişah külliyesi olmayıp “Sultan Külliyesi” olarak da anılan yerde dini günlerde mevlit okutulmakta, özellikle Bursalılar sünnet ve düğünlerinden önce külliyedeki türbeyi ziyaret edip dualar etmektedirler.




    Emir Sultan Camii: Bulunduğu bölgeye de adını verdiği Emir Sultan semtinin asırlık ağaçlarla çevrili, her yerden görülebilen bir noktasında yer almaktadır. Emir Sultan Camii, Bursa'da, Yıldırım Bayezid'ın kızı Hundi Fatma Hatun tarafından kocası Emir Sultan adına, muhtemelen Çelebi Sultan Mehmed'in hükümdarlığı sırasında (1366 - 1429) inşa ettirilmiştir.



Bursa'nın en önemli mimari yapılarından olan Emir Sultan Camii, Yıldırım ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Bursa'nın doğusunda aynı adı taşıyan mahallede "Emir Sultan mezarlığı"nın yanında servi ve çınar ağaçlarının arasında yer almaktadır. Cami ilk yapıldığı zaman tek kubbeli iken 1507'de avlu ve üç kubbeli revak eklenmiştir. Camii 1795 yılında tamamıyla yıkılmış, 1804'te III. Selim camiyi aynı plan üzerine yeniden kurmuştur. 1855 depreminde hasar gören cami 19. yüzyıl zarfında tamir edilerek harap olmaktan kurtarılmıştır.

Cami sekizgen kasnak üzerine oturan tek kubbeye sahiptir. Kuzey cephesinin köşelerinde kesme taştan birer minaresi vardır. Dikdörtgen biçiminde, ahşap kolonlar üzerinde sivri ve yatay kemerli ahşap revaklarla çevrili geniş avlusunun ortasında şadırvan, güneyde cami, kuzeyde türbe ve ahşap odalar yer almaktadır. Camiinin içi gayet aydınlıktır. Kasnakta on iki, beden duvarlarında kırk adet büyük pencere vardır. İznik ve Bursa'da yapılmış dört köşe pencerelerin etrafı çok defa mukarnaslarla işlenmiş ve üstüne Rumi motiflerle süslü alınlıklar yerleştirilmiş olan Emir Sultan Camii’nin mihrabı da, 17. yüzyılda İznik çinileriyle yaptırılmıştır.

        Emir Sultan Türbesi: Emir Sultan Camii’nin hemen yanında yer alan türbede; Emir Sultan, oğlu Emir Ali, eşi Hundi Hatun ve iki kızı yatmaktadır. Dönemin önemli bilginlerinden olan Emir Sultan, 1391 yılında Bursa’ya geldikten sonra Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Hatun’la evlenmiş, 1429 yılında veba hastalığından vefat etmiştir. Türbenin orijinal yapısından günümüze çok fazla bir kalıntı kalmamış olup bugünkü yapı, 1868 yılında Sultan Aziz tarafından yenilenmiştir. Giriş kapısı doğu yönünde olan türbenin, kapının bulunduğu cephenin beden duvarları hariç diğer tüm cephelerde yuvarlak kemerli büyük birer pencere bulunmaktadır.


        Emir Sultan Camii ve Külliyesi Hamamı: Cami ve türbenin yanında yer alan bu hamam dikdörtgen planlı inşa edilmiştir. Kare biçimindeki soğukluğu ilk yapıldığında üzeri kubbeli iken sonrasında bu bölüm düz çatılı bir görünüme çevrilmiştir. Hamamın ılıklığının çevresinde ise halvet hücreleri ve hela bulunmaktadır. Buradan da üç eyvanlı ve iki halvetli sıcaklık bölümüne geçilmektedir. Göbek taşının yer aldığı sıcaklığın üzeri de kıvrımlı bir kuşağın olduğu kasnak ve kubbe ile örtülüdür. Hamam; 1622, 1670 ve 1712 yıllarında çeşitli onarımlardan geçmiş olup son olarak 2008 yılında restore edilmiştir.

















                                EMİR SULTAN KİMDİR?  

Bursalı meşhur sûfî, Yıldırım Bayezid'in damadı. Buhara'da doğdu. Asıl adı Şemseddin Muhammed'dir. Emîr Sultan'ın 770 (1368-69) yılı civarında doğduğu tahmin edilmektedir. Çocukluk yılları hakkında bilgi bulunmamakla birlikte iyi bir tah­sil gördüğü söylenebilir. Bizzat kendi ifadesine dayanılarak yazıldığı söylenen menâkıbnâmelerin birçoğuna ve onlara da­yanan tarih ve biyografi kitaplarına gö­re, soyu yedinci kuşakta On İkinci İmam Muhammed el-Mehdî el-Muntazar'a ula­şır.

On yedi on sekiz yaşlarında iken ba­bası vefat eden Şemseddin Muhammed, muhtemelen bir süre çömlekçilik yaptıktan sonra Seyyid Usûl, Seyyid Nasır, Sey­yid Ni'metullah, Ali Dede, Baba Zâkir gi­bi mutasavvıflarla hacca gitmek üzere Buhara'dan ayrıldı. Birkaç yıl Medine'­de kaldıktan sonra Bağdat'a uğrayarak tezkire müellifi Âşık Çelebi'nin ceddi Sey­yid Muhammed en-Nattâ'nın misafiri ol­du. Ardından onunla birlikte Anadolu'­ya geçti. Karaman, Niğde, Hamîd-ili, Kü­tahya ve İnegöl yoluyla Bursa'ya gitti. Kafileye yol boyunca kandil şeklindeki bir nurun rehberlik ettiği, bu nurun söndüğü yere defnedileceğinin kendisine bildirildiği rivayet edilir.

Bursa'ya Yıldı­rım Bayezid zamanında geldiği biliniyor­sa da tarihi kesin olarak belli değildir. Menâkıbnâme müellifi Hüsâmeddin ile tarihçi Âlî, Niğbolu Muharebesi sırasın­da (798/1396) Bursa'da bulunduğu ke­sin olan Şemseddin Muhammed'in ev­lenmesinden bahsederken Yıldırım Ba­yezid'in bu sırada Eflak seferinde oldu­ğunu söylerler ki bu takdirde 1394'ten önce Bursa'ya gelmiş olmalıdır. Bursa'­da ilk olarak Pınarbaşı'na veya Gökdere civarındaki bir mağaraya ya da bir savma(ibadet yeri, hücre)aya  yerleştiğine dair farklı rivayetler vardır. İlk ikamet yerinin türbesinin bulunduğu mahal olduğu da söylenir.

Bursa'da şöhreti kısa zamanda yayılan Şemseddin Muhammed giderek şehrin en çok saygı gören şahsiyetlerinden biri ha­line gelir; Emîr Sultan veya Emîr Seyyid adlarıyla anılmaya, ulemâ ve meşâyih arasında da itibar görmeye başlar. Za­hir ilimleri sahasında kendisini imtiha­na çekmek isteyen Molla Fenârî, Molla Yegân, Alî-i Rûmî gibi âlimlerin onun ma­nevî gücü karşısında bir süre ağız aça­madıkları ve onlarla giriştiği tartışma­dan başarıyla çıktığı şeklindeki rivayet­lerden, onun bu âlimlerle yakın müna­sebeti olduğu anlaşılmaktadır. Emîr Sul­tan bu yıllarda Molla Fenâri'den Sadreddin Konevî'nin Miftâhu'l-ğayb'ını oku­yup istinsah etmiş ve bu nüshaya Molla Fenârî bir icazetname yazmıştır.(Taşköprîzâde, s. 55)

Emîr Sultan'ın Yıldırım Bayezid'in kızı Hundi Hatun ile evlenmesi kaynaklarda farklı şekillerde anlatılmaktadır. Menâkıp kitaplarına göre Hundi Hatun rüya­sında gördüğü manevî işaretler üzeri­ne, Rumeli taraflarında seferde bulunan babasının rızâsını almadan Emîr Sultan ile evlenmiş, dönüşte durumu öğrenen padişah gazaba gelerek kızıyla damadı­nı öldürmek üzere Süleyman Paşa mai­yetinde kırk kişilik bir kuvvet göndermiş, ancak Emîr Sultan'ın kerametiyle bun­lar birer "kadîd" kesilmiştir (kurumuş et gibi hareketsiz kalmışlar). Bursa'nın Yıldırım semtindeki Kaditler Mezarlığı'nın adının bu olaydan kaynaklandığı ri­vayet edilmektedir.

Bunun üzerine Mol­la Fenârî Yıldırım'a, öldürülmesini em­rettiği zatın peygamber soyundan bir ki­şi olduğunu, Anadolu'ya şimdiye kadar böyle değerli bir zatın ayak basmadığı­nı, onun kayınpederi olmasının kendisi için büyük bir şeref vesilesi olduğunu, kendisini öldürmek için gönderdiği adam­ların bir anda kadîde dönüştüğünü be­lirten, kendisine bir daha tecavüz edilir­se bütün şehrin helâk olacağını bildiren bir mektup göndermiştir. (Metni için bk. Baldtrzâde, Ravza-i Evliya, vr. 9b- 10d; Mehmed Şemseddin, s. 6). Molla Fenâriyi Emîr Sultan'ın kerametine şahit göstermek isteyen bu mektubun tarihî bir vesika olma ihtimali zayıf bulunmakla birlikte, onunla münasebetlerinin iyi olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Öte yandan Mecdî ve Belîğ, padişahın çok sevip saydığı Emîr Sultan'la kızını kendi rızasıyla evlendirdiğini söylerler de vardır ki doğ­rusu da bu olmalıdır.

Molla Fenârî gibi bazı büyüklerin de yardımıyla Emîr Sultan, Yıldırım Bayezid'in Timur tarafından gönderilen elçi­leri öldürtmesine engel oldu. Ankara Savaşı'nın ardından Bursa'nın Timur ordu­su tarafından işgali sırasında Molla Fe­nârî ve İbnü'l-Cezerî ile birlikte Emîr Sul­tan da Kütahya'da bulunan Timur'un hu­zuruna götürüldü. Bir süre sonra ser­best bırakılarak yine Molla Fenârî ile bir­likte Bursa'ya döndü. II. Murad'ın, am­cası Mustafa Çelebi'ye karşı sürdürdü­ğü mücadelede hükümdarın yanında yer aldı. Mustafa Çelebi büyük bir kuvvetle Bursa'ya yaklaşırken padişahın Emîr Sultan'a başvurup amcasına karşı yürüttü­ğü mücadelede onun sözlerinden cesa­ret aldığı, olaydan sonra kendisine da­ha çok bağlandığı, huzurunda diz çöküp oturduğu rivayet edilir.

II. Murad tarafından 1422de yapılan İstanbul kuşatmasına Emîr Sultan da katıldı. Bu kuşatmanın tarihini yazan Bi­zans tarihçisi loannec Kananoc, Emîr Sul­tan'ın 500 kadar dervişiyle birlikte bü­yük bir debdebeyle padişahın ordugâhı­na geldiğini, hücum vakti olarak tayin ettiği 24 Ağustos Pazartesi günü öğle­den bir saat sonra dervişlerinin başın­da at üstünde kılıç ve kalkanıyla surla­ra yaklaşıp kılıcını çekerek üç kere sal­ladıktan sonra hücuma geçtiğini, bu işa­ret üzerine Türk ordusunun taarruza kalktığını anlatır.

Emîr Sultan'ın vefat tarihi kesin ola­rak bilinmemektedir. Bu konuda 831, 832. 833 ve 837 yılları verilmekteyse de en kuvvetli ihtimal 833 (1429) tarihidir. Bursalı Ahmed Paşa'ya ait olduğu söy­lenen

"İntikâl-i Emîr Sultân'a / Oldu tâ­rih İntikâl-i Emîr"
beytindeki "intikâl-i Emîr" terkibi 833 (1429) yılını vermekte­dir. Ancak bu beyit Ahmed Paşa'ya ait ise Emîr Sultan'ın vefatından oldukça sonra yazılmış olacağından 833 yılının kesin olarak Emîr Sultan'ın vefat tarihini gösterdiği söylenemez. Emîr Sultan'ın vefat tarihi hakkında bilgi vermeyen es­ki kaynaklar, onun Bursa'da çıkan bir veba salgınında öldüğünü kaydetmekle yetinirler. Cenaze namazı o sırada Bur­sa'da bulunan Hacı Bayrâm-ı Velî tara­fından kıldırılan Emîr Sultan bugün tür­besinin bulunduğu yere defnedildi.

Bütün kaynaklar Yıldırım Bayezid, Çe­lebi Mehmed ve II. Murad'ın Emîr Sultan'a saygı gösterdiklerini, sefere gider­ken onun eliyle kılıç kuşanıp duasını al­dıklarını belirtir. Padişahlara kılıç kuşat­ma geleneği, Emîr Sultan'ın Hammer'e göre Yıldırım Bayezid'e, Atâ Bey'e göre ise II. Murad'a kılıç kuşatmasıyla başla­mıştır. Osmanlı padişahları Emîr Sul­tan'ın vefatından sonra da ona hürmet göstermeyi sürdürmüşler, Bursa'ya gel­diklerinde türbesini mutlaka ziyaret etmişlerdir. II. Bayezid ile Yavuz Sultan Selim'in Emîr Sultan'ın sandukasının örtüsü altına girip uzun süre dua ettikleri bilin­mektedir. Menâkıbnâme müellifi Ni'me-tullah'ın "eimme-i ma'sümîn"den "is­met-i kesbiyye" sahibi olarak tanıttığı ve muhtemelen İmâmiyye mezhebine mensup olan Emîr Sultan'ın Sünnî Os­manlı muhitinde bu kadar büyük itibar kazanması üzerinde durulması gereken bir husustur.

Emîr Sultan'ın mensup olduğu tarikat konusunda kaynaklarda verilen bilgiler oldukça çelişkilidir. Bazı kaynaklarda Halvetiyye'nin (Mehmed Şemseddin, s. 4), bazılarında da Nakşibendiyye'nin Nurbahşiyye (Mecdî, s. 77) koluna mensup olarak gösterilirse de, Nakşibendiyye'nin Nurbahşiyye adlı bir kolu bulunmadığın­dan son bilgi yanlıştır. Halvetiyye'nin ise silsilesi Kübreviyye'ye ulaşan Nurbahşiy­ye adlı bir şubesi vardır. Ancak bu şube­nin kendisine nisbet edildiği Seyyid Mu­hammed Nurbahş'ın Emîr Sultan'ın ve­fatından yaklaşık otuz beş yıl sonra (869/ 1465) öldüğü bilindiğine göre (Harîrîzâde, III, vr. 205b) ona mensup olması da çok uzak bir ihtimaldir. Atâî'nin Zeyl-i Şekâik'te kaydettiği silsileyi dikkate ala­rak Emîr Sultan'ın babası Seyyid Ali'den, onun da Hâce İshak-ı Huttalâniden (ö. 826/1423) tarikat aldığını ve tarikatın Ali el-Hemedânî (ö. 786/1384), Muham­med Mazdekânî, Alâüddevle-i Simnânî (ö. 736/1336), Nûreddin İsferâyînî, Ah­med Zâkir-i Curfânî, Ali Lala şeklinde yü­rüyerek Necmeddîn-i Kübrâ'ya (ö. 618/ 1221) ulaştığını ve dolayısıyla Emîr Sul­tan'ın Kübreviyye tarikatına mensup ol­duğunu söylemek mümkündür. Öte yandan halifelerinden Hasan Efendi Mûzî-lü'ş-şükûk, Lutfullah Efendi de Cenâhu's-sâlikîn adlı eserlerinde, bizzat ken­disinden işitmiş olduklarını söyleyerek şeyhin tarikat silsilesini babadan oğula intikal ettirip On İki İmam kanalıyla Hz. Ali (ra)'e ulaştırırlar.

Kaynaklarda uzun boylu, güzel yüzlü, seyrek sakallı olarak tanıtlan Emîr Sultan'ın on iki terkü taç üstüne yeşil ima­me sardığı, ömrünü derin bir zühd ve takva içinde ibadet ve irşadla geçirdiği rivayet edilir. Şöhreti Bursa'dan sonra Osmanlı hâkimiyeti altındaki topraklar­da giderek yayılmış ve hakkında birçok menkıbe teşekkül etmiştir. Bunların en meşhuru, Bursa'da Yıldırım Bayezid ta­rafından Emîr Sultan'ın tavsiyesiyle yap­tırılan Ulucami ile ilgili olanıdır.

Vefatından sonra Emîr Sultan'ın ye­rine halifelerinden Hasan Hoca şeyh ol­muş ve XIII. Halife İbrahim Efendi'ye kadar (ö. 1178/1764-65) dergâhta Emîr Sultan'ın silsilesi devam etmiştir. İbrahim Efendi'den sonra Emîr Sultan Dergâhı'nın şeyhliği Celvetî meşâyihinden Selâmı Ali Efendi'ye intikal etmiş­tir. Dergâh 1225 (1810) yılına kadar Cel­vetî olarak faaliyet göstermiş, bu tarih­te Hacı Ahmed Efendi'nin şeyh olmasıy­la Nakşibendî dergâhına dönüşmüştür. Emîr Sultan'ın takip ettiği irşad usulü bilinmemektedir. Kaynaklarda dergâhta "Usûl-i Emîr" üzere âyin yapıldığı söylenmekteyse de bu âyinin uygulama tar­zı hakkında bilgi verilmemiştir.

Emîr Sultan'ın halifeleri daha şeyhin sağlığında Bursa, Balıkesir, Edremit ve Mihaüç'e, Karaman sınırlarına, Aydın ve Saruhan sancaklarına kadar yayılmışlar­dı. Kendisine mensup şeyh ve dervişler Rumeli yakasına geçip mürşidlerinin âdet ve menkıbelerini Gelibolu'dan başlayarak sınır boylarına kadar götürmüşlerdir. Os­manlı ordusunun bazı seferlerine bizzat katıldığı gibi mürldlerini de gazaya teş­vik eden Emîr Sultan'ın öldükten sonra da asırlarca Osmanlı ordusundan him­metini esirgemediğine inanılmıştır. Hak­kında yazılan menâkıbnâmelerin çoğun­da, sağlığında gösterdiği kerametler yanında vefatından sonra da özellikle dar­da kalmış askerlere himmeti hakkında anlatılanlar geniş yer tutmaktadır. Bü­tün bunlar Emîr Sultan'ın Türk halkı üze­rindeki tesirini göstermesi bakımından önemlidir.

Türk edebiyatında Emîr Sultan hak­kında yazılmış birçok manzume bulun­maktadır. Bunlardan, şiirleri Yûnus Emre'nin şiirleriyle karıştırılan Yûnus adlı bir şairin manzumeleri Emîr Sultan hak­kındaki menâkıbnâmelerde yer almak­tadır. Emîr Sultan'a dair yazılan şiirlerin en meşhuru Bursalı Ahmed Paşa'nın,

"Ey âlem-i velayete sultân olan Emîr / Vey mülk-i Rûm'a rahmet-i rahman olan Emîr"
mükerrer beytini ihtiva eden ter­ciibendidir.

Emîr Sultan'ın sağlığında Bursa'dan uzak yerlerde oturan dervişler yılda bir defa kafile halinde yola çıkarak mürşidlerini görüp duasını almaya gelirlerdi. Bu ziyaretler ölümünden sonra bir ge­lenek halini alarak asırlarca devam et­miştir. Bursalılar'ca bir bereket vesilesi sayılan bu gelenek XX. yüzyılın başların­da terkedilmişse de Ramazan ve Kurban bayramlarının ikinci günlerinde Eşrefî şeyh ve dervişlerinin zikrederek Emîr Sultan türbesine yaptıkları ziyaret ve Eşrefıyye usulüne göre icra ettikleri âyin şeklindeki geleneği bir süre daha devam etmiştir. Emîr Sultan'la birlikte Anado­lu'ya gelen sûfîlerin bir kısmı Bursa'nın çeşitli yerlerinde zaviyeler açmışlardır. Bunlardan Seyyid Nasır Bursa Pınarbaşı'nda, Ali Dede İncirli Hamamı civarın­da, Seyyid Usûl Kuruçeşme mahallesin­de, Seyyid Nattâ da Ebû İshak Kâzerünî zaviyesinde tarikat faaliyeti göstermiş­lerdir.

Yakın zamanlarda yayımlanan bir ma­kalede, Emîr Sultan'ın Alaşehir'de fa­aliyet gösteren halifesi Şeyh Sinan ile meşhur Osmanlı şairi Şeyhinin aynı kişi olduğu öne sürülmüştür.(Bilgin, s. 123-139). Ancak sağlam delillere dayanma­yan bu iddianın doğru olma ihtimali ol­dukça zayıftır.

Emîr Sultan hakkında çeşitli menâkıbnâmeler kaleme alınmıştır. Bunların iki­si, kendisinden sonra dergâhına şeyh olan Hasan Efendi'nin Müzîlü'ş-şükûk'ü ile(Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Ktp., Ulucami, nr. 168) üçüncü şeyh Lut­fullah Efendi'nin Cenâhu's-sâlikîn ad­lı eserleridir. Diğer menâkıbnâmelerin önemlileri şunlardır: İbrahim b. Zeynüddin. Vesîletü'l-metâlib fî cevahiri'l-menâkıb (Emîr Sultan'ın on yedi menkıbesini ihtiva eden Arapça eserin [Keşfü'z-zunûn, II, 1841] Türkçe tercümesi Millet Kütüphanesi'ndedir [Ali Emîrî, nr. 1060]); Yahya b. Bahşî, Menâkıb-ı Cevahir (Ha­cı Selim Ağa Ktp., Kemankeş, nr. 410/1): Ni'metullah. Menâkib-ı Emîr Sultan (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4564); Müdâmî, Dîvân-ı Müdâmî der Vasf-ı Emîr Sultan(İÜ Ktp., TY, nr. 5520); Hüsâmeddin, Târih-i Emîr Sultan (Millet Ktp., Pertev Paşa, nr. 457); Senâî, Menakıb-ı Emîr Sultan (İstanbul 1290). Emîr Sultan hakkında bazı müstakil kitaplar da yayımlanmıştır. (Gazalî Saltık. Bursa'­da Emîr Sultan ve Kerametleri, Bursa 1959; Şinasi Çoruh, Emîr Sultan, İstanbul, ts. ; Hüseyin Algül, Bursa'da Medfun Osmanlı Sultanları ve Emîr Sultan, İstanbul 1981)

(Diyanet İslam Ansiklopedisi, Emir Sultan Md.)



                                                       Emir Sultan Efsanesi


   Yıldırım Beyazıd savaşa gider. Emir Sultan, Yıldırım Beyazıd’ın damadı olduğu için Bursa’dan ayrılmaz. Bu duruma Yıldırım Beyazıt’ın karısı ve Emir Sultan’ın kızı çok içerlenir. Emir Sultan’a  “Sana yakışıyor mu? Babam harp meydanında savaşıyor, sen buradasın.”  


Emir Sultan da “Hanım bizim harbe gidecek zamanımız henüz gelmedi. Allah kısmet eder, izin verirse, o zamanda gelecek.” der. Birkaç gün sonra çadırında otururken çadırın bir ucunu kaldıran Emir Sultan karısına savaş meydanını gösterir. Bakarlar ki Yıldırım Beyazıd ayağından yaralanmış. Ordusu da yenilmek üzere, Emir Sultan karısına “şimdi Allah’ın izniyle babana yardıma gidiyorum” diyerek hanımının başörtüsünü alır ve ortadan kaybolur. Bu sırada savaş meydanın da beyaz bir atlı belirir. Beyaz atlı savaşçı önüne çıkan düşmanı perişan eder. 


Kaybedilmek üzere olan savaş zaferle sonuçlanır. Evden çıkarken karısının başından aldığı başörtüsünü de Yıldırım Beyazıd’ın ayağına sarar ve ortadan kaybolur. Zafer dönüşü Bursa’ya gelen Yıldırım Beyazıd, ilk iş olarak damadı Emir Sultanı huzuruna çağırır. Hiddetle “Ben senin gibi karısının koynundan çıkmayan zavallı bir damat istemiyorum, Benim damadım halk meydanında düşmanı perişan eden beyaz atlı gibi bir yiğit olmalıydı.” der. Emir Sultan “Affedersiniz Sultanım” diyerek beyaz atlının kendisi olduğunu açıklamaz. Orada bulunan Hundi Hatun, babasının bacağına sarılı olan örtüyü hemen tanır. “Hayır baba” der. Bacağınızdaki çevreye bir bakar mısınız, o benim çevrem” der. 


Padişah bacağındaki çevrenin kızına ait olduğunu görünce kendisine yardım edenin Emir Sultan olduğunu anlar. Hemen yerinden fırlayarak Emir Sultanın elini öpmeye çalışır. Emir Sultan “Siz benim büyüğümsünüz, ben sizin elinizi öpeyim” der. Ve zaferlerin daim olmasını diler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder