Emir Sultan Camii ve Külliyesi; 15.yüzyılda, Sultan Mehmed Çelebi’nin hükümdarlığı sırasında, Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Fatma Hatun tarafından kocası Emir Sultan adına yaptırılmıştır. Günümüzde Türkiye’de en çok ziyaret edilen cami ve türbeler arasında Eyüp Sultan Türbesi’nden sonra ikinci sırada gelmektedir. Bir padişah külliyesi olmayıp “Sultan Külliyesi” olarak da anılan yerde dini günlerde mevlit okutulmakta, özellikle Bursalılar sünnet ve düğünlerinden önce külliyedeki türbeyi ziyaret edip dualar etmektedirler.
Emir Sultan Camii: Bulunduğu bölgeye de adını verdiği Emir Sultan semtinin asırlık ağaçlarla çevrili, her yerden görülebilen bir noktasında yer almaktadır. Emir Sultan Camii, Bursa'da, Yıldırım Bayezid'ın kızı Hundi Fatma Hatun tarafından kocası Emir Sultan adına, muhtemelen Çelebi Sultan Mehmed'in hükümdarlığı sırasında (1366 - 1429) inşa ettirilmiştir.
Bursa'nın en önemli mimari yapılarından olan Emir Sultan Camii, Yıldırım ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Bursa'nın doğusunda aynı adı taşıyan mahallede "Emir Sultan mezarlığı"nın yanında servi ve çınar ağaçlarının arasında yer almaktadır. Cami ilk yapıldığı zaman tek kubbeli iken 1507'de avlu ve üç kubbeli revak eklenmiştir. Camii 1795 yılında tamamıyla yıkılmış, 1804'te III. Selim camiyi aynı plan üzerine yeniden kurmuştur. 1855 depreminde hasar gören cami 19. yüzyıl zarfında tamir edilerek harap olmaktan kurtarılmıştır.
Cami sekizgen kasnak üzerine oturan tek kubbeye sahiptir. Kuzey cephesinin köşelerinde kesme taştan birer minaresi vardır. Dikdörtgen biçiminde, ahşap kolonlar üzerinde sivri ve yatay kemerli ahşap revaklarla çevrili geniş avlusunun ortasında şadırvan, güneyde cami, kuzeyde türbe ve ahşap odalar yer almaktadır. Camiinin içi gayet aydınlıktır. Kasnakta on iki, beden duvarlarında kırk adet büyük pencere vardır. İznik ve Bursa'da yapılmış dört köşe pencerelerin etrafı çok defa mukarnaslarla işlenmiş ve üstüne Rumi motiflerle süslü alınlıklar yerleştirilmiş olan Emir Sultan Camii’nin mihrabı da, 17. yüzyılda İznik çinileriyle yaptırılmıştır.
Emir Sultan Türbesi: Emir Sultan Camii’nin hemen yanında yer alan türbede; Emir Sultan, oğlu Emir Ali, eşi Hundi Hatun ve iki kızı yatmaktadır. Dönemin önemli bilginlerinden olan Emir Sultan, 1391 yılında Bursa’ya geldikten sonra Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Hatun’la evlenmiş, 1429 yılında veba hastalığından vefat etmiştir. Türbenin orijinal yapısından günümüze çok fazla bir kalıntı kalmamış olup bugünkü yapı, 1868 yılında Sultan Aziz tarafından yenilenmiştir. Giriş kapısı doğu yönünde olan türbenin, kapının bulunduğu cephenin beden duvarları hariç diğer tüm cephelerde yuvarlak kemerli büyük birer pencere bulunmaktadır.
Emir Sultan Camii ve Külliyesi Hamamı: Cami ve türbenin yanında yer alan bu hamam dikdörtgen planlı inşa edilmiştir. Kare biçimindeki soğukluğu ilk yapıldığında üzeri kubbeli iken sonrasında bu bölüm düz çatılı bir görünüme çevrilmiştir. Hamamın ılıklığının çevresinde ise halvet hücreleri ve hela bulunmaktadır. Buradan da üç eyvanlı ve iki halvetli sıcaklık bölümüne geçilmektedir. Göbek taşının yer aldığı sıcaklığın üzeri de kıvrımlı bir kuşağın olduğu kasnak ve kubbe ile örtülüdür. Hamam; 1622, 1670 ve 1712 yıllarında çeşitli onarımlardan geçmiş olup son olarak 2008 yılında restore edilmiştir.
EMİR SULTAN KİMDİR?
Bursalı meşhur sûfî, Yıldırım Bayezid'in damadı. Buhara'da doğdu. Asıl adı Şemseddin Muhammed'dir. Emîr Sultan'ın 770 (1368-69) yılı civarında doğduğu tahmin edilmektedir. Çocukluk yılları hakkında bilgi bulunmamakla birlikte iyi bir tahsil gördüğü söylenebilir. Bizzat kendi ifadesine dayanılarak yazıldığı söylenen menâkıbnâmelerin birçoğuna ve onlara dayanan tarih ve biyografi kitaplarına göre, soyu yedinci kuşakta On İkinci İmam Muhammed el-Mehdî el-Muntazar'a ulaşır.
On yedi on sekiz yaşlarında iken babası vefat eden Şemseddin Muhammed, muhtemelen bir süre çömlekçilik yaptıktan sonra Seyyid Usûl, Seyyid Nasır, Seyyid Ni'metullah, Ali Dede, Baba Zâkir gibi mutasavvıflarla hacca gitmek üzere Buhara'dan ayrıldı. Birkaç yıl Medine'de kaldıktan sonra Bağdat'a uğrayarak tezkire müellifi Âşık Çelebi'nin ceddi Seyyid Muhammed en-Nattâ'nın misafiri oldu. Ardından onunla birlikte Anadolu'ya geçti. Karaman, Niğde, Hamîd-ili, Kütahya ve İnegöl yoluyla Bursa'ya gitti. Kafileye yol boyunca kandil şeklindeki bir nurun rehberlik ettiği, bu nurun söndüğü yere defnedileceğinin kendisine bildirildiği rivayet edilir.
Bursa'ya Yıldırım Bayezid zamanında geldiği biliniyorsa da tarihi kesin olarak belli değildir. Menâkıbnâme müellifi Hüsâmeddin ile tarihçi Âlî, Niğbolu Muharebesi sırasında (798/1396) Bursa'da bulunduğu kesin olan Şemseddin Muhammed'in evlenmesinden bahsederken Yıldırım Bayezid'in bu sırada Eflak seferinde olduğunu söylerler ki bu takdirde 1394'ten önce Bursa'ya gelmiş olmalıdır. Bursa'da ilk olarak Pınarbaşı'na veya Gökdere civarındaki bir mağaraya ya da bir savma(ibadet yeri, hücre)aya yerleştiğine dair farklı rivayetler vardır. İlk ikamet yerinin türbesinin bulunduğu mahal olduğu da söylenir.
Bursa'da şöhreti kısa zamanda yayılan Şemseddin Muhammed giderek şehrin en çok saygı gören şahsiyetlerinden biri haline gelir; Emîr Sultan veya Emîr Seyyid adlarıyla anılmaya, ulemâ ve meşâyih arasında da itibar görmeye başlar. Zahir ilimleri sahasında kendisini imtihana çekmek isteyen Molla Fenârî, Molla Yegân, Alî-i Rûmî gibi âlimlerin onun manevî gücü karşısında bir süre ağız açamadıkları ve onlarla giriştiği tartışmadan başarıyla çıktığı şeklindeki rivayetlerden, onun bu âlimlerle yakın münasebeti olduğu anlaşılmaktadır. Emîr Sultan bu yıllarda Molla Fenâri'den Sadreddin Konevî'nin Miftâhu'l-ğayb'ını okuyup istinsah etmiş ve bu nüshaya Molla Fenârî bir icazetname yazmıştır.(Taşköprîzâde, s. 55)
Emîr Sultan'ın Yıldırım Bayezid'in kızı Hundi Hatun ile evlenmesi kaynaklarda farklı şekillerde anlatılmaktadır. Menâkıp kitaplarına göre Hundi Hatun rüyasında gördüğü manevî işaretler üzerine, Rumeli taraflarında seferde bulunan babasının rızâsını almadan Emîr Sultan ile evlenmiş, dönüşte durumu öğrenen padişah gazaba gelerek kızıyla damadını öldürmek üzere Süleyman Paşa maiyetinde kırk kişilik bir kuvvet göndermiş, ancak Emîr Sultan'ın kerametiyle bunlar birer "kadîd" kesilmiştir (kurumuş et gibi hareketsiz kalmışlar). Bursa'nın Yıldırım semtindeki Kaditler Mezarlığı'nın adının bu olaydan kaynaklandığı rivayet edilmektedir.
Bunun üzerine Molla Fenârî Yıldırım'a, öldürülmesini emrettiği zatın peygamber soyundan bir kişi olduğunu, Anadolu'ya şimdiye kadar böyle değerli bir zatın ayak basmadığını, onun kayınpederi olmasının kendisi için büyük bir şeref vesilesi olduğunu, kendisini öldürmek için gönderdiği adamların bir anda kadîde dönüştüğünü belirten, kendisine bir daha tecavüz edilirse bütün şehrin helâk olacağını bildiren bir mektup göndermiştir. (Metni için bk. Baldtrzâde, Ravza-i Evliya, vr. 9b- 10d; Mehmed Şemseddin, s. 6). Molla Fenâriyi Emîr Sultan'ın kerametine şahit göstermek isteyen bu mektubun tarihî bir vesika olma ihtimali zayıf bulunmakla birlikte, onunla münasebetlerinin iyi olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Öte yandan Mecdî ve Belîğ, padişahın çok sevip saydığı Emîr Sultan'la kızını kendi rızasıyla evlendirdiğini söylerler de vardır ki doğrusu da bu olmalıdır.
Molla Fenârî gibi bazı büyüklerin de yardımıyla Emîr Sultan, Yıldırım Bayezid'in Timur tarafından gönderilen elçileri öldürtmesine engel oldu. Ankara Savaşı'nın ardından Bursa'nın Timur ordusu tarafından işgali sırasında Molla Fenârî ve İbnü'l-Cezerî ile birlikte Emîr Sultan da Kütahya'da bulunan Timur'un huzuruna götürüldü. Bir süre sonra serbest bırakılarak yine Molla Fenârî ile birlikte Bursa'ya döndü. II. Murad'ın, amcası Mustafa Çelebi'ye karşı sürdürdüğü mücadelede hükümdarın yanında yer aldı. Mustafa Çelebi büyük bir kuvvetle Bursa'ya yaklaşırken padişahın Emîr Sultan'a başvurup amcasına karşı yürüttüğü mücadelede onun sözlerinden cesaret aldığı, olaydan sonra kendisine daha çok bağlandığı, huzurunda diz çöküp oturduğu rivayet edilir.
II. Murad tarafından 1422de yapılan İstanbul kuşatmasına Emîr Sultan da katıldı. Bu kuşatmanın tarihini yazan Bizans tarihçisi loannec Kananoc, Emîr Sultan'ın 500 kadar dervişiyle birlikte büyük bir debdebeyle padişahın ordugâhına geldiğini, hücum vakti olarak tayin ettiği 24 Ağustos Pazartesi günü öğleden bir saat sonra dervişlerinin başında at üstünde kılıç ve kalkanıyla surlara yaklaşıp kılıcını çekerek üç kere salladıktan sonra hücuma geçtiğini, bu işaret üzerine Türk ordusunun taarruza kalktığını anlatır.
Emîr Sultan'ın vefat tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bu konuda 831, 832. 833 ve 837 yılları verilmekteyse de en kuvvetli ihtimal 833 (1429) tarihidir. Bursalı Ahmed Paşa'ya ait olduğu söylenen
"İntikâl-i Emîr Sultân'a / Oldu târih İntikâl-i Emîr"
beytindeki "intikâl-i Emîr" terkibi 833 (1429) yılını vermektedir. Ancak bu beyit Ahmed Paşa'ya ait ise Emîr Sultan'ın vefatından oldukça sonra yazılmış olacağından 833 yılının kesin olarak Emîr Sultan'ın vefat tarihini gösterdiği söylenemez. Emîr Sultan'ın vefat tarihi hakkında bilgi vermeyen eski kaynaklar, onun Bursa'da çıkan bir veba salgınında öldüğünü kaydetmekle yetinirler. Cenaze namazı o sırada Bursa'da bulunan Hacı Bayrâm-ı Velî tarafından kıldırılan Emîr Sultan bugün türbesinin bulunduğu yere defnedildi.
Bütün kaynaklar Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmed ve II. Murad'ın Emîr Sultan'a saygı gösterdiklerini, sefere giderken onun eliyle kılıç kuşanıp duasını aldıklarını belirtir. Padişahlara kılıç kuşatma geleneği, Emîr Sultan'ın Hammer'e göre Yıldırım Bayezid'e, Atâ Bey'e göre ise II. Murad'a kılıç kuşatmasıyla başlamıştır. Osmanlı padişahları Emîr Sultan'ın vefatından sonra da ona hürmet göstermeyi sürdürmüşler, Bursa'ya geldiklerinde türbesini mutlaka ziyaret etmişlerdir. II. Bayezid ile Yavuz Sultan Selim'in Emîr Sultan'ın sandukasının örtüsü altına girip uzun süre dua ettikleri bilinmektedir. Menâkıbnâme müellifi Ni'me-tullah'ın "eimme-i ma'sümîn"den "ismet-i kesbiyye" sahibi olarak tanıttığı ve muhtemelen İmâmiyye mezhebine mensup olan Emîr Sultan'ın Sünnî Osmanlı muhitinde bu kadar büyük itibar kazanması üzerinde durulması gereken bir husustur.
Emîr Sultan'ın mensup olduğu tarikat konusunda kaynaklarda verilen bilgiler oldukça çelişkilidir. Bazı kaynaklarda Halvetiyye'nin (Mehmed Şemseddin, s. 4), bazılarında da Nakşibendiyye'nin Nurbahşiyye (Mecdî, s. 77) koluna mensup olarak gösterilirse de, Nakşibendiyye'nin Nurbahşiyye adlı bir kolu bulunmadığından son bilgi yanlıştır. Halvetiyye'nin ise silsilesi Kübreviyye'ye ulaşan Nurbahşiyye adlı bir şubesi vardır. Ancak bu şubenin kendisine nisbet edildiği Seyyid Muhammed Nurbahş'ın Emîr Sultan'ın vefatından yaklaşık otuz beş yıl sonra (869/ 1465) öldüğü bilindiğine göre (Harîrîzâde, III, vr. 205b) ona mensup olması da çok uzak bir ihtimaldir. Atâî'nin Zeyl-i Şekâik'te kaydettiği silsileyi dikkate alarak Emîr Sultan'ın babası Seyyid Ali'den, onun da Hâce İshak-ı Huttalâniden (ö. 826/1423) tarikat aldığını ve tarikatın Ali el-Hemedânî (ö. 786/1384), Muhammed Mazdekânî, Alâüddevle-i Simnânî (ö. 736/1336), Nûreddin İsferâyînî, Ahmed Zâkir-i Curfânî, Ali Lala şeklinde yürüyerek Necmeddîn-i Kübrâ'ya (ö. 618/ 1221) ulaştığını ve dolayısıyla Emîr Sultan'ın Kübreviyye tarikatına mensup olduğunu söylemek mümkündür. Öte yandan halifelerinden Hasan Efendi Mûzî-lü'ş-şükûk, Lutfullah Efendi de Cenâhu's-sâlikîn adlı eserlerinde, bizzat kendisinden işitmiş olduklarını söyleyerek şeyhin tarikat silsilesini babadan oğula intikal ettirip On İki İmam kanalıyla Hz. Ali (ra)'e ulaştırırlar.
Kaynaklarda uzun boylu, güzel yüzlü, seyrek sakallı olarak tanıtlan Emîr Sultan'ın on iki terkü taç üstüne yeşil imame sardığı, ömrünü derin bir zühd ve takva içinde ibadet ve irşadla geçirdiği rivayet edilir. Şöhreti Bursa'dan sonra Osmanlı hâkimiyeti altındaki topraklarda giderek yayılmış ve hakkında birçok menkıbe teşekkül etmiştir. Bunların en meşhuru, Bursa'da Yıldırım Bayezid tarafından Emîr Sultan'ın tavsiyesiyle yaptırılan Ulucami ile ilgili olanıdır.
Vefatından sonra Emîr Sultan'ın yerine halifelerinden Hasan Hoca şeyh olmuş ve XIII. Halife İbrahim Efendi'ye kadar (ö. 1178/1764-65) dergâhta Emîr Sultan'ın silsilesi devam etmiştir. İbrahim Efendi'den sonra Emîr Sultan Dergâhı'nın şeyhliği Celvetî meşâyihinden Selâmı Ali Efendi'ye intikal etmiştir. Dergâh 1225 (1810) yılına kadar Celvetî olarak faaliyet göstermiş, bu tarihte Hacı Ahmed Efendi'nin şeyh olmasıyla Nakşibendî dergâhına dönüşmüştür. Emîr Sultan'ın takip ettiği irşad usulü bilinmemektedir. Kaynaklarda dergâhta "Usûl-i Emîr" üzere âyin yapıldığı söylenmekteyse de bu âyinin uygulama tarzı hakkında bilgi verilmemiştir.
Emîr Sultan'ın halifeleri daha şeyhin sağlığında Bursa, Balıkesir, Edremit ve Mihaüç'e, Karaman sınırlarına, Aydın ve Saruhan sancaklarına kadar yayılmışlardı. Kendisine mensup şeyh ve dervişler Rumeli yakasına geçip mürşidlerinin âdet ve menkıbelerini Gelibolu'dan başlayarak sınır boylarına kadar götürmüşlerdir. Osmanlı ordusunun bazı seferlerine bizzat katıldığı gibi mürldlerini de gazaya teşvik eden Emîr Sultan'ın öldükten sonra da asırlarca Osmanlı ordusundan himmetini esirgemediğine inanılmıştır. Hakkında yazılan menâkıbnâmelerin çoğunda, sağlığında gösterdiği kerametler yanında vefatından sonra da özellikle darda kalmış askerlere himmeti hakkında anlatılanlar geniş yer tutmaktadır. Bütün bunlar Emîr Sultan'ın Türk halkı üzerindeki tesirini göstermesi bakımından önemlidir.
Türk edebiyatında Emîr Sultan hakkında yazılmış birçok manzume bulunmaktadır. Bunlardan, şiirleri Yûnus Emre'nin şiirleriyle karıştırılan Yûnus adlı bir şairin manzumeleri Emîr Sultan hakkındaki menâkıbnâmelerde yer almaktadır. Emîr Sultan'a dair yazılan şiirlerin en meşhuru Bursalı Ahmed Paşa'nın,
"Ey âlem-i velayete sultân olan Emîr / Vey mülk-i Rûm'a rahmet-i rahman olan Emîr"
mükerrer beytini ihtiva eden terciibendidir.
Emîr Sultan'ın sağlığında Bursa'dan uzak yerlerde oturan dervişler yılda bir defa kafile halinde yola çıkarak mürşidlerini görüp duasını almaya gelirlerdi. Bu ziyaretler ölümünden sonra bir gelenek halini alarak asırlarca devam etmiştir. Bursalılar'ca bir bereket vesilesi sayılan bu gelenek XX. yüzyılın başlarında terkedilmişse de Ramazan ve Kurban bayramlarının ikinci günlerinde Eşrefî şeyh ve dervişlerinin zikrederek Emîr Sultan türbesine yaptıkları ziyaret ve Eşrefıyye usulüne göre icra ettikleri âyin şeklindeki geleneği bir süre daha devam etmiştir. Emîr Sultan'la birlikte Anadolu'ya gelen sûfîlerin bir kısmı Bursa'nın çeşitli yerlerinde zaviyeler açmışlardır. Bunlardan Seyyid Nasır Bursa Pınarbaşı'nda, Ali Dede İncirli Hamamı civarında, Seyyid Usûl Kuruçeşme mahallesinde, Seyyid Nattâ da Ebû İshak Kâzerünî zaviyesinde tarikat faaliyeti göstermişlerdir.
Yakın zamanlarda yayımlanan bir makalede, Emîr Sultan'ın Alaşehir'de faaliyet gösteren halifesi Şeyh Sinan ile meşhur Osmanlı şairi Şeyhinin aynı kişi olduğu öne sürülmüştür.(Bilgin, s. 123-139). Ancak sağlam delillere dayanmayan bu iddianın doğru olma ihtimali oldukça zayıftır.
Emîr Sultan hakkında çeşitli menâkıbnâmeler kaleme alınmıştır. Bunların ikisi, kendisinden sonra dergâhına şeyh olan Hasan Efendi'nin Müzîlü'ş-şükûk'ü ile(Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Ktp., Ulucami, nr. 168) üçüncü şeyh Lutfullah Efendi'nin Cenâhu's-sâlikîn adlı eserleridir. Diğer menâkıbnâmelerin önemlileri şunlardır: İbrahim b. Zeynüddin. Vesîletü'l-metâlib fî cevahiri'l-menâkıb (Emîr Sultan'ın on yedi menkıbesini ihtiva eden Arapça eserin [Keşfü'z-zunûn, II, 1841] Türkçe tercümesi Millet Kütüphanesi'ndedir [Ali Emîrî, nr. 1060]); Yahya b. Bahşî, Menâkıb-ı Cevahir (Hacı Selim Ağa Ktp., Kemankeş, nr. 410/1): Ni'metullah. Menâkib-ı Emîr Sultan (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4564); Müdâmî, Dîvân-ı Müdâmî der Vasf-ı Emîr Sultan(İÜ Ktp., TY, nr. 5520); Hüsâmeddin, Târih-i Emîr Sultan (Millet Ktp., Pertev Paşa, nr. 457); Senâî, Menakıb-ı Emîr Sultan (İstanbul 1290). Emîr Sultan hakkında bazı müstakil kitaplar da yayımlanmıştır. (Gazalî Saltık. Bursa'da Emîr Sultan ve Kerametleri, Bursa 1959; Şinasi Çoruh, Emîr Sultan, İstanbul, ts. ; Hüseyin Algül, Bursa'da Medfun Osmanlı Sultanları ve Emîr Sultan, İstanbul 1981)
(Diyanet İslam Ansiklopedisi, Emir Sultan Md.)
Emir Sultan Efsanesi
Emir Sultan Camii: Bulunduğu bölgeye de adını verdiği Emir Sultan semtinin asırlık ağaçlarla çevrili, her yerden görülebilen bir noktasında yer almaktadır. Emir Sultan Camii, Bursa'da, Yıldırım Bayezid'ın kızı Hundi Fatma Hatun tarafından kocası Emir Sultan adına, muhtemelen Çelebi Sultan Mehmed'in hükümdarlığı sırasında (1366 - 1429) inşa ettirilmiştir.
Bursa'nın en önemli mimari yapılarından olan Emir Sultan Camii, Yıldırım ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Bursa'nın doğusunda aynı adı taşıyan mahallede "Emir Sultan mezarlığı"nın yanında servi ve çınar ağaçlarının arasında yer almaktadır. Cami ilk yapıldığı zaman tek kubbeli iken 1507'de avlu ve üç kubbeli revak eklenmiştir. Camii 1795 yılında tamamıyla yıkılmış, 1804'te III. Selim camiyi aynı plan üzerine yeniden kurmuştur. 1855 depreminde hasar gören cami 19. yüzyıl zarfında tamir edilerek harap olmaktan kurtarılmıştır.
Cami sekizgen kasnak üzerine oturan tek kubbeye sahiptir. Kuzey cephesinin köşelerinde kesme taştan birer minaresi vardır. Dikdörtgen biçiminde, ahşap kolonlar üzerinde sivri ve yatay kemerli ahşap revaklarla çevrili geniş avlusunun ortasında şadırvan, güneyde cami, kuzeyde türbe ve ahşap odalar yer almaktadır. Camiinin içi gayet aydınlıktır. Kasnakta on iki, beden duvarlarında kırk adet büyük pencere vardır. İznik ve Bursa'da yapılmış dört köşe pencerelerin etrafı çok defa mukarnaslarla işlenmiş ve üstüne Rumi motiflerle süslü alınlıklar yerleştirilmiş olan Emir Sultan Camii’nin mihrabı da, 17. yüzyılda İznik çinileriyle yaptırılmıştır.
Emir Sultan Türbesi: Emir Sultan Camii’nin hemen yanında yer alan türbede; Emir Sultan, oğlu Emir Ali, eşi Hundi Hatun ve iki kızı yatmaktadır. Dönemin önemli bilginlerinden olan Emir Sultan, 1391 yılında Bursa’ya geldikten sonra Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Hatun’la evlenmiş, 1429 yılında veba hastalığından vefat etmiştir. Türbenin orijinal yapısından günümüze çok fazla bir kalıntı kalmamış olup bugünkü yapı, 1868 yılında Sultan Aziz tarafından yenilenmiştir. Giriş kapısı doğu yönünde olan türbenin, kapının bulunduğu cephenin beden duvarları hariç diğer tüm cephelerde yuvarlak kemerli büyük birer pencere bulunmaktadır.
Emir Sultan Camii ve Külliyesi Hamamı: Cami ve türbenin yanında yer alan bu hamam dikdörtgen planlı inşa edilmiştir. Kare biçimindeki soğukluğu ilk yapıldığında üzeri kubbeli iken sonrasında bu bölüm düz çatılı bir görünüme çevrilmiştir. Hamamın ılıklığının çevresinde ise halvet hücreleri ve hela bulunmaktadır. Buradan da üç eyvanlı ve iki halvetli sıcaklık bölümüne geçilmektedir. Göbek taşının yer aldığı sıcaklığın üzeri de kıvrımlı bir kuşağın olduğu kasnak ve kubbe ile örtülüdür. Hamam; 1622, 1670 ve 1712 yıllarında çeşitli onarımlardan geçmiş olup son olarak 2008 yılında restore edilmiştir.
EMİR SULTAN KİMDİR?
Bursalı meşhur sûfî, Yıldırım Bayezid'in damadı. Buhara'da doğdu. Asıl adı Şemseddin Muhammed'dir. Emîr Sultan'ın 770 (1368-69) yılı civarında doğduğu tahmin edilmektedir. Çocukluk yılları hakkında bilgi bulunmamakla birlikte iyi bir tahsil gördüğü söylenebilir. Bizzat kendi ifadesine dayanılarak yazıldığı söylenen menâkıbnâmelerin birçoğuna ve onlara dayanan tarih ve biyografi kitaplarına göre, soyu yedinci kuşakta On İkinci İmam Muhammed el-Mehdî el-Muntazar'a ulaşır.
On yedi on sekiz yaşlarında iken babası vefat eden Şemseddin Muhammed, muhtemelen bir süre çömlekçilik yaptıktan sonra Seyyid Usûl, Seyyid Nasır, Seyyid Ni'metullah, Ali Dede, Baba Zâkir gibi mutasavvıflarla hacca gitmek üzere Buhara'dan ayrıldı. Birkaç yıl Medine'de kaldıktan sonra Bağdat'a uğrayarak tezkire müellifi Âşık Çelebi'nin ceddi Seyyid Muhammed en-Nattâ'nın misafiri oldu. Ardından onunla birlikte Anadolu'ya geçti. Karaman, Niğde, Hamîd-ili, Kütahya ve İnegöl yoluyla Bursa'ya gitti. Kafileye yol boyunca kandil şeklindeki bir nurun rehberlik ettiği, bu nurun söndüğü yere defnedileceğinin kendisine bildirildiği rivayet edilir.
Bursa'ya Yıldırım Bayezid zamanında geldiği biliniyorsa da tarihi kesin olarak belli değildir. Menâkıbnâme müellifi Hüsâmeddin ile tarihçi Âlî, Niğbolu Muharebesi sırasında (798/1396) Bursa'da bulunduğu kesin olan Şemseddin Muhammed'in evlenmesinden bahsederken Yıldırım Bayezid'in bu sırada Eflak seferinde olduğunu söylerler ki bu takdirde 1394'ten önce Bursa'ya gelmiş olmalıdır. Bursa'da ilk olarak Pınarbaşı'na veya Gökdere civarındaki bir mağaraya ya da bir savma(ibadet yeri, hücre)aya yerleştiğine dair farklı rivayetler vardır. İlk ikamet yerinin türbesinin bulunduğu mahal olduğu da söylenir.
Bursa'da şöhreti kısa zamanda yayılan Şemseddin Muhammed giderek şehrin en çok saygı gören şahsiyetlerinden biri haline gelir; Emîr Sultan veya Emîr Seyyid adlarıyla anılmaya, ulemâ ve meşâyih arasında da itibar görmeye başlar. Zahir ilimleri sahasında kendisini imtihana çekmek isteyen Molla Fenârî, Molla Yegân, Alî-i Rûmî gibi âlimlerin onun manevî gücü karşısında bir süre ağız açamadıkları ve onlarla giriştiği tartışmadan başarıyla çıktığı şeklindeki rivayetlerden, onun bu âlimlerle yakın münasebeti olduğu anlaşılmaktadır. Emîr Sultan bu yıllarda Molla Fenâri'den Sadreddin Konevî'nin Miftâhu'l-ğayb'ını okuyup istinsah etmiş ve bu nüshaya Molla Fenârî bir icazetname yazmıştır.(Taşköprîzâde, s. 55)
Emîr Sultan'ın Yıldırım Bayezid'in kızı Hundi Hatun ile evlenmesi kaynaklarda farklı şekillerde anlatılmaktadır. Menâkıp kitaplarına göre Hundi Hatun rüyasında gördüğü manevî işaretler üzerine, Rumeli taraflarında seferde bulunan babasının rızâsını almadan Emîr Sultan ile evlenmiş, dönüşte durumu öğrenen padişah gazaba gelerek kızıyla damadını öldürmek üzere Süleyman Paşa maiyetinde kırk kişilik bir kuvvet göndermiş, ancak Emîr Sultan'ın kerametiyle bunlar birer "kadîd" kesilmiştir (kurumuş et gibi hareketsiz kalmışlar). Bursa'nın Yıldırım semtindeki Kaditler Mezarlığı'nın adının bu olaydan kaynaklandığı rivayet edilmektedir.
Bunun üzerine Molla Fenârî Yıldırım'a, öldürülmesini emrettiği zatın peygamber soyundan bir kişi olduğunu, Anadolu'ya şimdiye kadar böyle değerli bir zatın ayak basmadığını, onun kayınpederi olmasının kendisi için büyük bir şeref vesilesi olduğunu, kendisini öldürmek için gönderdiği adamların bir anda kadîde dönüştüğünü belirten, kendisine bir daha tecavüz edilirse bütün şehrin helâk olacağını bildiren bir mektup göndermiştir. (Metni için bk. Baldtrzâde, Ravza-i Evliya, vr. 9b- 10d; Mehmed Şemseddin, s. 6). Molla Fenâriyi Emîr Sultan'ın kerametine şahit göstermek isteyen bu mektubun tarihî bir vesika olma ihtimali zayıf bulunmakla birlikte, onunla münasebetlerinin iyi olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Öte yandan Mecdî ve Belîğ, padişahın çok sevip saydığı Emîr Sultan'la kızını kendi rızasıyla evlendirdiğini söylerler de vardır ki doğrusu da bu olmalıdır.
Molla Fenârî gibi bazı büyüklerin de yardımıyla Emîr Sultan, Yıldırım Bayezid'in Timur tarafından gönderilen elçileri öldürtmesine engel oldu. Ankara Savaşı'nın ardından Bursa'nın Timur ordusu tarafından işgali sırasında Molla Fenârî ve İbnü'l-Cezerî ile birlikte Emîr Sultan da Kütahya'da bulunan Timur'un huzuruna götürüldü. Bir süre sonra serbest bırakılarak yine Molla Fenârî ile birlikte Bursa'ya döndü. II. Murad'ın, amcası Mustafa Çelebi'ye karşı sürdürdüğü mücadelede hükümdarın yanında yer aldı. Mustafa Çelebi büyük bir kuvvetle Bursa'ya yaklaşırken padişahın Emîr Sultan'a başvurup amcasına karşı yürüttüğü mücadelede onun sözlerinden cesaret aldığı, olaydan sonra kendisine daha çok bağlandığı, huzurunda diz çöküp oturduğu rivayet edilir.
II. Murad tarafından 1422de yapılan İstanbul kuşatmasına Emîr Sultan da katıldı. Bu kuşatmanın tarihini yazan Bizans tarihçisi loannec Kananoc, Emîr Sultan'ın 500 kadar dervişiyle birlikte büyük bir debdebeyle padişahın ordugâhına geldiğini, hücum vakti olarak tayin ettiği 24 Ağustos Pazartesi günü öğleden bir saat sonra dervişlerinin başında at üstünde kılıç ve kalkanıyla surlara yaklaşıp kılıcını çekerek üç kere salladıktan sonra hücuma geçtiğini, bu işaret üzerine Türk ordusunun taarruza kalktığını anlatır.
Emîr Sultan'ın vefat tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bu konuda 831, 832. 833 ve 837 yılları verilmekteyse de en kuvvetli ihtimal 833 (1429) tarihidir. Bursalı Ahmed Paşa'ya ait olduğu söylenen
"İntikâl-i Emîr Sultân'a / Oldu târih İntikâl-i Emîr"
beytindeki "intikâl-i Emîr" terkibi 833 (1429) yılını vermektedir. Ancak bu beyit Ahmed Paşa'ya ait ise Emîr Sultan'ın vefatından oldukça sonra yazılmış olacağından 833 yılının kesin olarak Emîr Sultan'ın vefat tarihini gösterdiği söylenemez. Emîr Sultan'ın vefat tarihi hakkında bilgi vermeyen eski kaynaklar, onun Bursa'da çıkan bir veba salgınında öldüğünü kaydetmekle yetinirler. Cenaze namazı o sırada Bursa'da bulunan Hacı Bayrâm-ı Velî tarafından kıldırılan Emîr Sultan bugün türbesinin bulunduğu yere defnedildi.
Bütün kaynaklar Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmed ve II. Murad'ın Emîr Sultan'a saygı gösterdiklerini, sefere giderken onun eliyle kılıç kuşanıp duasını aldıklarını belirtir. Padişahlara kılıç kuşatma geleneği, Emîr Sultan'ın Hammer'e göre Yıldırım Bayezid'e, Atâ Bey'e göre ise II. Murad'a kılıç kuşatmasıyla başlamıştır. Osmanlı padişahları Emîr Sultan'ın vefatından sonra da ona hürmet göstermeyi sürdürmüşler, Bursa'ya geldiklerinde türbesini mutlaka ziyaret etmişlerdir. II. Bayezid ile Yavuz Sultan Selim'in Emîr Sultan'ın sandukasının örtüsü altına girip uzun süre dua ettikleri bilinmektedir. Menâkıbnâme müellifi Ni'me-tullah'ın "eimme-i ma'sümîn"den "ismet-i kesbiyye" sahibi olarak tanıttığı ve muhtemelen İmâmiyye mezhebine mensup olan Emîr Sultan'ın Sünnî Osmanlı muhitinde bu kadar büyük itibar kazanması üzerinde durulması gereken bir husustur.
Emîr Sultan'ın mensup olduğu tarikat konusunda kaynaklarda verilen bilgiler oldukça çelişkilidir. Bazı kaynaklarda Halvetiyye'nin (Mehmed Şemseddin, s. 4), bazılarında da Nakşibendiyye'nin Nurbahşiyye (Mecdî, s. 77) koluna mensup olarak gösterilirse de, Nakşibendiyye'nin Nurbahşiyye adlı bir kolu bulunmadığından son bilgi yanlıştır. Halvetiyye'nin ise silsilesi Kübreviyye'ye ulaşan Nurbahşiyye adlı bir şubesi vardır. Ancak bu şubenin kendisine nisbet edildiği Seyyid Muhammed Nurbahş'ın Emîr Sultan'ın vefatından yaklaşık otuz beş yıl sonra (869/ 1465) öldüğü bilindiğine göre (Harîrîzâde, III, vr. 205b) ona mensup olması da çok uzak bir ihtimaldir. Atâî'nin Zeyl-i Şekâik'te kaydettiği silsileyi dikkate alarak Emîr Sultan'ın babası Seyyid Ali'den, onun da Hâce İshak-ı Huttalâniden (ö. 826/1423) tarikat aldığını ve tarikatın Ali el-Hemedânî (ö. 786/1384), Muhammed Mazdekânî, Alâüddevle-i Simnânî (ö. 736/1336), Nûreddin İsferâyînî, Ahmed Zâkir-i Curfânî, Ali Lala şeklinde yürüyerek Necmeddîn-i Kübrâ'ya (ö. 618/ 1221) ulaştığını ve dolayısıyla Emîr Sultan'ın Kübreviyye tarikatına mensup olduğunu söylemek mümkündür. Öte yandan halifelerinden Hasan Efendi Mûzî-lü'ş-şükûk, Lutfullah Efendi de Cenâhu's-sâlikîn adlı eserlerinde, bizzat kendisinden işitmiş olduklarını söyleyerek şeyhin tarikat silsilesini babadan oğula intikal ettirip On İki İmam kanalıyla Hz. Ali (ra)'e ulaştırırlar.
Kaynaklarda uzun boylu, güzel yüzlü, seyrek sakallı olarak tanıtlan Emîr Sultan'ın on iki terkü taç üstüne yeşil imame sardığı, ömrünü derin bir zühd ve takva içinde ibadet ve irşadla geçirdiği rivayet edilir. Şöhreti Bursa'dan sonra Osmanlı hâkimiyeti altındaki topraklarda giderek yayılmış ve hakkında birçok menkıbe teşekkül etmiştir. Bunların en meşhuru, Bursa'da Yıldırım Bayezid tarafından Emîr Sultan'ın tavsiyesiyle yaptırılan Ulucami ile ilgili olanıdır.
Vefatından sonra Emîr Sultan'ın yerine halifelerinden Hasan Hoca şeyh olmuş ve XIII. Halife İbrahim Efendi'ye kadar (ö. 1178/1764-65) dergâhta Emîr Sultan'ın silsilesi devam etmiştir. İbrahim Efendi'den sonra Emîr Sultan Dergâhı'nın şeyhliği Celvetî meşâyihinden Selâmı Ali Efendi'ye intikal etmiştir. Dergâh 1225 (1810) yılına kadar Celvetî olarak faaliyet göstermiş, bu tarihte Hacı Ahmed Efendi'nin şeyh olmasıyla Nakşibendî dergâhına dönüşmüştür. Emîr Sultan'ın takip ettiği irşad usulü bilinmemektedir. Kaynaklarda dergâhta "Usûl-i Emîr" üzere âyin yapıldığı söylenmekteyse de bu âyinin uygulama tarzı hakkında bilgi verilmemiştir.
Emîr Sultan'ın halifeleri daha şeyhin sağlığında Bursa, Balıkesir, Edremit ve Mihaüç'e, Karaman sınırlarına, Aydın ve Saruhan sancaklarına kadar yayılmışlardı. Kendisine mensup şeyh ve dervişler Rumeli yakasına geçip mürşidlerinin âdet ve menkıbelerini Gelibolu'dan başlayarak sınır boylarına kadar götürmüşlerdir. Osmanlı ordusunun bazı seferlerine bizzat katıldığı gibi mürldlerini de gazaya teşvik eden Emîr Sultan'ın öldükten sonra da asırlarca Osmanlı ordusundan himmetini esirgemediğine inanılmıştır. Hakkında yazılan menâkıbnâmelerin çoğunda, sağlığında gösterdiği kerametler yanında vefatından sonra da özellikle darda kalmış askerlere himmeti hakkında anlatılanlar geniş yer tutmaktadır. Bütün bunlar Emîr Sultan'ın Türk halkı üzerindeki tesirini göstermesi bakımından önemlidir.
Türk edebiyatında Emîr Sultan hakkında yazılmış birçok manzume bulunmaktadır. Bunlardan, şiirleri Yûnus Emre'nin şiirleriyle karıştırılan Yûnus adlı bir şairin manzumeleri Emîr Sultan hakkındaki menâkıbnâmelerde yer almaktadır. Emîr Sultan'a dair yazılan şiirlerin en meşhuru Bursalı Ahmed Paşa'nın,
"Ey âlem-i velayete sultân olan Emîr / Vey mülk-i Rûm'a rahmet-i rahman olan Emîr"
mükerrer beytini ihtiva eden terciibendidir.
Emîr Sultan'ın sağlığında Bursa'dan uzak yerlerde oturan dervişler yılda bir defa kafile halinde yola çıkarak mürşidlerini görüp duasını almaya gelirlerdi. Bu ziyaretler ölümünden sonra bir gelenek halini alarak asırlarca devam etmiştir. Bursalılar'ca bir bereket vesilesi sayılan bu gelenek XX. yüzyılın başlarında terkedilmişse de Ramazan ve Kurban bayramlarının ikinci günlerinde Eşrefî şeyh ve dervişlerinin zikrederek Emîr Sultan türbesine yaptıkları ziyaret ve Eşrefıyye usulüne göre icra ettikleri âyin şeklindeki geleneği bir süre daha devam etmiştir. Emîr Sultan'la birlikte Anadolu'ya gelen sûfîlerin bir kısmı Bursa'nın çeşitli yerlerinde zaviyeler açmışlardır. Bunlardan Seyyid Nasır Bursa Pınarbaşı'nda, Ali Dede İncirli Hamamı civarında, Seyyid Usûl Kuruçeşme mahallesinde, Seyyid Nattâ da Ebû İshak Kâzerünî zaviyesinde tarikat faaliyeti göstermişlerdir.
Yakın zamanlarda yayımlanan bir makalede, Emîr Sultan'ın Alaşehir'de faaliyet gösteren halifesi Şeyh Sinan ile meşhur Osmanlı şairi Şeyhinin aynı kişi olduğu öne sürülmüştür.(Bilgin, s. 123-139). Ancak sağlam delillere dayanmayan bu iddianın doğru olma ihtimali oldukça zayıftır.
Emîr Sultan hakkında çeşitli menâkıbnâmeler kaleme alınmıştır. Bunların ikisi, kendisinden sonra dergâhına şeyh olan Hasan Efendi'nin Müzîlü'ş-şükûk'ü ile(Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Ktp., Ulucami, nr. 168) üçüncü şeyh Lutfullah Efendi'nin Cenâhu's-sâlikîn adlı eserleridir. Diğer menâkıbnâmelerin önemlileri şunlardır: İbrahim b. Zeynüddin. Vesîletü'l-metâlib fî cevahiri'l-menâkıb (Emîr Sultan'ın on yedi menkıbesini ihtiva eden Arapça eserin [Keşfü'z-zunûn, II, 1841] Türkçe tercümesi Millet Kütüphanesi'ndedir [Ali Emîrî, nr. 1060]); Yahya b. Bahşî, Menâkıb-ı Cevahir (Hacı Selim Ağa Ktp., Kemankeş, nr. 410/1): Ni'metullah. Menâkib-ı Emîr Sultan (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4564); Müdâmî, Dîvân-ı Müdâmî der Vasf-ı Emîr Sultan(İÜ Ktp., TY, nr. 5520); Hüsâmeddin, Târih-i Emîr Sultan (Millet Ktp., Pertev Paşa, nr. 457); Senâî, Menakıb-ı Emîr Sultan (İstanbul 1290). Emîr Sultan hakkında bazı müstakil kitaplar da yayımlanmıştır. (Gazalî Saltık. Bursa'da Emîr Sultan ve Kerametleri, Bursa 1959; Şinasi Çoruh, Emîr Sultan, İstanbul, ts. ; Hüseyin Algül, Bursa'da Medfun Osmanlı Sultanları ve Emîr Sultan, İstanbul 1981)
(Diyanet İslam Ansiklopedisi, Emir Sultan Md.)
Emir Sultan Efsanesi
Yıldırım Beyazıd savaşa gider. Emir Sultan, Yıldırım Beyazıd’ın damadı olduğu için Bursa’dan ayrılmaz. Bu duruma Yıldırım Beyazıt’ın karısı ve Emir Sultan’ın kızı çok içerlenir. Emir Sultan’a “Sana yakışıyor mu? Babam harp meydanında savaşıyor, sen buradasın.”
Emir Sultan da “Hanım bizim harbe gidecek zamanımız henüz gelmedi. Allah kısmet eder, izin verirse, o zamanda gelecek.” der. Birkaç gün sonra çadırında otururken çadırın bir ucunu kaldıran Emir Sultan karısına savaş meydanını gösterir. Bakarlar ki Yıldırım Beyazıd ayağından yaralanmış. Ordusu da yenilmek üzere, Emir Sultan karısına “şimdi Allah’ın izniyle babana yardıma gidiyorum” diyerek hanımının başörtüsünü alır ve ortadan kaybolur. Bu sırada savaş meydanın da beyaz bir atlı belirir. Beyaz atlı savaşçı önüne çıkan düşmanı perişan eder.
Kaybedilmek üzere olan savaş zaferle sonuçlanır. Evden çıkarken karısının başından aldığı başörtüsünü de Yıldırım Beyazıd’ın ayağına sarar ve ortadan kaybolur. Zafer dönüşü Bursa’ya gelen Yıldırım Beyazıd, ilk iş olarak damadı Emir Sultanı huzuruna çağırır. Hiddetle “Ben senin gibi karısının koynundan çıkmayan zavallı bir damat istemiyorum, Benim damadım halk meydanında düşmanı perişan eden beyaz atlı gibi bir yiğit olmalıydı.” der. Emir Sultan “Affedersiniz Sultanım” diyerek beyaz atlının kendisi olduğunu açıklamaz. Orada bulunan Hundi Hatun, babasının bacağına sarılı olan örtüyü hemen tanır. “Hayır baba” der. Bacağınızdaki çevreye bir bakar mısınız, o benim çevrem” der.
Padişah bacağındaki çevrenin kızına ait olduğunu görünce kendisine yardım edenin Emir Sultan olduğunu anlar. Hemen yerinden fırlayarak Emir Sultanın elini öpmeye çalışır. Emir Sultan “Siz benim büyüğümsünüz, ben sizin elinizi öpeyim” der. Ve zaferlerin daim olmasını diler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder